TURK tarixi
مختصری بر تاریخ باستانی ترک از 5000 سال پیش
تاریخ تورک
Türklerin Eski Dini (Tengricilik/Tanrıcılık)
Tengricilik ya da Göktanrı dini tüm Türk
ve Moğol halklarının, şimdiki inanç sistemlerine katılmadan önceki
inancıdır. Tengri'ye ibadet etmenin yanında Animizm, Şamanizm, Totemizm
ve atalara ibadet etmek bu inancın ana hatlarını oluşturur. Tengri,
bugünkü Türkçe'deki Tanrı kelimesinin eski söyleniş şeklidir.[1]
Bu inanca göre Gök'ün yüce ruhu
Tengri'ydi. İnsanlar kendilerini gök baba Tengri, toprak ana Ötüken ve
insanları koruyan atalarının ruhları arasında güven içinde hissedip,
onlara ve diğer doğa ruhlarına dua ederlerdi. Büyük dağların, ağaçların
ve bazı göllerin güçlü ruhları barındırdıklarına inanarak dualarını bu
cisimlere yöneltirlerdi. Göğün ve yeraltının 7 katı olduğuna, her katta
çeşitli tanrıların, tanrıçaların ve ruhların varolduğuna inanılırdı.
İnsanlar doğaya, tanrılara, ruhlara ve diğer insanlara saygılı davranıp
belli kurallara uyarak dünyalarını dengede tutmaları ile kişisel
güçlerinin doruğuna varıp dışarıya yansıdığına inanırlardı. Eğer bu
denge, kötü ruhların saldırısı veya bir felaketten dolayı bozulursa,
bir şamanın yardımı ya da Tengri'ye verilen bir adak ile tekrar düzene
sokulması gerektiğine inanılırdı.[2] [3]
Bu inancın kalıntılarını bugün Moğollarda
(Lamaizmle birleşmiş şekilde), ve bazı hâlâ doğa'ya bağlı göçebe yaşam
tarzı sürdüren Türk Halkları'nda, örneğin Altay-Türkleri ve Yakutlarda
bulmak mümkündür. Ama Tengriciliği çoktan bırakmış halklarda da bu
inancın birçok parçası, İslam, Hristiyanlık, Budizm, Musevilik veya
Taoizm ile birlikte, batıl inanç ya da geleneksel kültür olarak hâlâ
sürmektedir. Örnek olarak, Türkiye Türkçesindeki "Utançtan yedi kat
yerin dibine girdim" deyimi gösterilebilir
Eski Türk inancının adı Şamanizm değil, Tengricilik
Eski Türklerin ve Moğolların, bugün
Tengricilik adıyla bilinen geleneksel inancı, kısa zaman öncesine kadar
Türk şamanizmi diye adlandırılıyordu. Ama Şamanizm terimi artık sadece
Sibirya'daki inanç sistemi için değil, bütün dünyadaki ilkel inançlar
için kullanıldığından, son 10-15 yıldan beri Türklerin ve Moğolların
geleneksel inancı için batılı bilimciler arasında Tengrizm ismi giderek
yaygınlaşmaktadır.
Julie Stewart "Moğol Şamanizmi" adlı makalesinde şunları belirtiyor:[3]
Batılı bilim adamları bu inanç için
gitgide daha sık Tengrizm adını kullanıyor. Bu isim bu inanç için çok
daha isabetli, çünkü bu inanç tamamen Tengri'nin etrafına inşa
edilmiştir ve insanların günlük ibadetleri için bir Şaman (Kam)'a
ihtiyaçları yoktur.
Tarih
Tengri-Kültü'nün en eski kanıtları 3000
yıllık Çin kaynaklarında Hiung-nu (Doğu Hunlar) ve Tue'kue halklarını
anlatan yazılarda bulunmuştur (bkz. En eski kanıtlar).[4]
Hiung-nu'lar hükümdarlarının kanlarının
Tengri tarafından tanrısallaştırılmış olduğuna inanırlardı.
Destanlarında, Tengri'nin yolladığı bir dişi ya da erkek kurdun
tanrısal kanının çiftleşme yoluyla hükümdarlarının sülalesine karışmış
olduğuna inandıkları çeşitli yollarla belirtilmektedir. En eskisi ve en
yaygın olanı kutsal dişi kurt Asena hakkındaki efsanenin farklı
sürümleridir. Birçok eski Türk topluluğunda, Göktürkler'de ve Orta
Çağ'a kadar varolmuş Türk devletlerinde, kendi köklerinin kutsal Asena
sülalesine dayandığını vurgulayan ve bu yüzden halkı tarafından yaşayan
bir yarı tanrı olarak görülmüş olan Türk hükümdarlarına
rastlayabiliriz. Bu hükümdarlar, Tengri'yi yeryüzünde temsil eden
Tengri'nin oğulları olarak kabul edilmiştir. Tengri'nin bu hükümdarlara
verdiği kudretli hükümdar ruhu olan kut'u elde etmiş olduklarına
inanılarak adlarına Tengrikut ya da kutluğ gibi ilaveler yapılmıştır.[4]
Göktürkler
Göktürkler, Türk toplulukları arasında
inançları, kültürleri ve politikaları hakkında kıymetli bilgiler içeren
yazılı kanıtlar bırakan ilk ulus olmuştur. Orhun Yazıtları'nda Bilge
Kağan eski Türk inancını sadece bir söz ile açıklamaktadır:[2]
„üzä kök tänri asra yağız yer kılıntıkda, ekin ara kişi oğlı kılınmış.“
(Üstte mavi Gök, aşağıda yağız yer meydana geldiğinde, ikisinin arasında insan oğlu kılınmış.)
Göktürk hükümdarlarının unvanları daima
Tengri ile olan bağlantılarına değinir; mesela "kök tengri yaratmış" ya
da „tänri täg tänri yaratmış türk bilge kağan“ [2]
Göktürk İmparatorluğu'nda Tengricilik tek
tanrıcı bir din olarak görünmektedir ve muhakkak birçok başka inançları
da barındırmış olan bu kültürde en büyük rolü oynamış ve hatta bu
dönemde en parlak zamanlarından birini yaşamıştır. Göktürk hükümdarları
halkları tarafından, yaşayan bir tanrı oğlu olarak kabul edilmiştir.
Dört 'il'e ayrılmış olan devletin bu illerinin yönetimi dört il han'ca
temsil edilmiş ve bu ilhanlar da halkları tarafından tanrısal muamele
görmüşlerdir. Ölen bir Han ya da Kağan'ın ölümden sonra da tanrısal
varlığını sürdürdüğüne inanılmış ve halkına destek olmaya devam etmesi
için her sene ölüm gününde onun için bir kurban kesilmiştir.[5]
Ancak bunların yanında Göktürklere Doğu
Hunlardan miras kalmış olan Çin etkileri de bulmak mümkündür: Doğu Hun
İmparatorluğu'nun dağılmasından sonra son hükümdarların oğullarının
birbirlerine düşman olmaları sağlanmış, güneyde kalan kısmı Han Çinleri
ile birlik olmuş ve onların kültüründen etkilenmiştir. Bu dönemde ve
sonraki yüzyıllarda, Tabgaçlar gibi birçok Türk topluluğunun Çinlerin
arasında erimiş olduğu tahmin edilir. Bilge Kağan, atalarının yaptığı
bu hataları yazılarında ayrıntılı olarak ele almış ve halkını
Çinlilererden gelen tehlikeye karşı uyarmıştır. Bu yüzden Göktürklerde
halkın bütünlüğünü korumak için etkili şekilde vurgulanan bir Türk
milliyetçiliğine ve Tengriciliğe büyük önem verilmiştir. Buna rağmen 12
hayvanlı Çin takvimi ve göğün yönlerini hayvan isimleri ile tanımlamak
gibi bazı etkiler kalmıştır. Böylece Göktürk İmparatorluğu
topraklarının bölündüğü dört il, göğün hayvan isimleri ile
adlandırılmasından dolayı Kartal ili, Domuz ili, Kaplan ili ve İt ili
olarak adlandırılmıştır.[2] [5]
Göktürk yazıtlarında bulunan diğer bir cümle, Tengricilikteki mahşer günü hakkında bir fikir verir:
Üstte gök basamasa, altta yer delinmese, Türk milleti, senin ilini, senin töreni kim bozabilir?
Böylece Göktürklerde dünyanın sonunun 'gök'ün yıkılması ve yerin çökmesi ile gerçekleşeceğine inanıldığı söylenebilir.[5]
Kalıntılardan birinde, Budizm'in Türklerin
arasında yayılmaması için uyarıcı bir metin bulunmaktadır. Metinde
Büyük Kağan'ın kardeşi, Budizmin, Türkleri umursamaz, tembel ve edilgin
yaptığını ve bunun önlenmesi gerektiğini kaydetmektedir.[2]
Tengriciliğin diğer inançlara karşı
anlayışının ve hoşgörüsünün kanıtlarını bulmak mümkündür. Örneğin,
Karadeniz'in kuzeyinde yapılan kazılarda, Tengrici oldukları bilinen Ön
Bulgarlar'ın kalıntıları arasında, Musevi, Hristiyan ve Budistlerin de
olduğuna dair kanıtlar bulunmuştur.[6].
Moğollar
Moğolların ve birçok Türk boyunun önderi
olan Cengiz Han'ın da diğer inançlara karşı düşmanca bir tutumu yoktu.
Savaş olmayan zamanlarda, hatta bazen savaşlardan sonra, Budist
manastırlarında dinlenir, meditasyon ve oruç ile "ruhunu arıtırdı".
Tengrist halkları birleştirip insanlık tarihinin en büyük devletini
kurmuş olan hükümdar, konuşmalarına daima, Sonsuz "Kök Tengri'nin"
(mavi Gök'ün) dileğiyle.. sözü ile başlardı. Cengiz Han'ın döneminde
Tengricilik, Hunlardan ve Göktürklerden sonra, tekrar ve son kez, büyük
bir ün kazanmıştı.[3]
Kubilay Kağan, Çin'i fethettikten sonra
oradaki yaygın dinlerle de ilgilenmeye başlamıştır. Örneğin;
Tengricilik ile zaten akrabalığı olan Çinlilere ait "tek bir gök
felsefesi" Tien Min'i taklit etmiştir. Ama özellikle Budist Uygur-Türk
rahiplerinin bilgilerine ve eğitimlerine hayran kalmış ve onlardan bir
heyeti, Buda'nın felsefesini Moğolların arasında da yaymak ve yeni bir
Buda tapınağı kurmak görevi ile Karakurum'a göndermiştir. Bu rahipler
sadece bugüne kadar Moğolistan'da var olan Lamaizmi değil, Uygurların
kendi dillerine göre şekillendirdikleri sanskrit alfabesini de
Moğolistan'a taşımışlardır.[7] [2]
Ama Budizm'e rağmen, Tengricilik
Moğolistan'daki ağırlığını sürdürmüş, Budizm, Tengriciliğin içine ilave
edilmiştir. Bugünkü Moğolların Budizmi, küçük bir Buda heykelini,
boylarının Ongun'u ve ulu ataları Cengiz Han'ın resmi ile birlikte
çadırın kutsal sayılan kuzey köşesine yerleştirmekten ibarettir.[3]
Avrupa'da Tengricilik
Tengricilik, Hunlar, Avarlar, Ön
Bulgarlar, (Türk Bulgarlar), Kumanlar ve antik çağın bazı diğer savaşçı
Türk ve Moğol toplulukları ve daha sonra da Cengiz Han'ın Altın Ordusu
tarafından Avrupa'ya da taşınmıştır.
Bu inanç göçebe yaşamına o kadar bağlıdır
ki, Tengrici kavimlerin yerleşik bir yaşama geçişleri daima göçebe
hayatı ile birlikte Tengriciliği de bırakmalarını ve diğer inançları
kabul etmelerini beraberinde getirmiştir. Göçebeliği bırakmayan
kavimler, Tengriciliği de bırakmamışlardır. Doğu ve Orta Avrupa'da,
Orta Çağ'ın sonlarına kadar, Tengri'ye dua eden bazı ufak göçebe
kavimlere rastlamak mümkün olmuştur. [8]
"Tudomany" sözcüğü eski Macarcada "sihir"
ya da "esrarengiz bilgi" anlamına gelirdi (günümüzde "bilim" demektir).
"Taltos" denilen Macar Şamanları günlerce sürebilen bir baygınlıktan
sonra "tudomany"yi elde ederlerdi. "Taltos" sözcüğü Eski Türkçe "tal-"
ya da "talt-"'dan (günümüz Türkçesi: "dalmak") kaynaklanır ve
"bayılmak" ya da "şuurunu kaybetmek" anlamına gelir. Şaman olma işlemi,
şaman olacak kişinin kendinden geçmiş bir vaziyette "Gök'e kadar uzanan
ağaca" (Macarca "Tetejetlen nagy fa") tırmanması ile gerçekleşirdi. Bu
"Dünyalar Ağacı", bu halkların inancının bir parçasıydı.[9]
Ön Bulgarlar, Gök tanrısı Tengri'ye
"Tangra" derlerdi [10] ve Tengricilik için tipik olan dağların
kutsallığına inanma kapsamında Balkan'ın en yüksek dağına "Tangra"
adını verdiler. Bu dağın adı Osmanlılar tarafından 15. yüzyılda
"Maaşallah"'a çevrilene kadar böyle kalmıştır. Bugünkü Bulgarca'da bu
dağın adı Maaşallah'tan türetilmiş şekilde "Musala"'dır.[11]
Ayrıca şimdiye kadar bulunan 80 civarında
eski Bulgar Run yazıtının neredeyse hepsinde "Tangra"nın adı
geçmektedir. Bulgarlardan önce de Trakyalılar ve Yunanlar tarafından
kutsal sayılmış olan ve eteklerinde eski Yunan tapınakları bulunan
Perpenikon Dağı'nın en yüksek zirvesindeki dikili taşa, eski verimlilik
tanrıçası olan Umay'ın resmi kazınmıştır. [12]
Bulgarların Tengriciliği 864 yılında Han Boris (Mikail) I.'in Hristiyanlığı kabul etmesi ile sona ermiştir.
Avrupa'ya göç etmiş olan göçebe Tengrici
kavimler, yerli olmaları ile birlikte zamanla eski inançlarını unutmuş
ve yerli Slav, Germen ve Roman halklarıyla karışmışlardır.
Diğer Türkler
10. yüzyıl öncesinde Araplar ve Farslarla
temasa girip, bazen gönüllü olmadan İslam'ı kabul etmiş olan Türk
boyları vardır. Ama İslam'ı toplu halde kabul etmiş olan ilk büyük Türk
topluluğu, Saltuk Buğra Karahan emri altındaki Karahanlılar olmuşlardır
(920)[2]. Bundan sonra İslam, Orta Asya'nın güneybatısındaki Türk
kavimleri arasında hızla yayılmıştır.
Bazı Türk kavimlerinin İslama katılmadan
evvel Nestoryan Hristiyanları oldukları hakkında da kanıtlar bulmak
mümkündür. 581 yılından kalma bir Farsça yazıda, bir savaştan sonra
esir düşen Türk askerlerinin yüzlerinde Haç dövmeleri bulunduğundan söz
edilir.[2]
762 yılında Bögü Kağan, Göktürk ülkesinin
parçalanmasından doğmuş olan Uygur ülkesinde, Mani dinini ülkenin resmî
inancı olarak ilan etmiştir. Ama Farslardan alınmış olan Mani dini,
eski Türklerin Tengricilik ilkeleriyle kesinlikle bağdaşmadığından
Uygur halkının tümüyle bu dini kabul ettiğine inanmak zordur.[2]
Bundan yüz yıl kadar sonra, Uygurların
çoğunluğu Budizmi kabul edip bu temelin üzerine ilk "yerleşik Türk
kültürünü" geliştirmişlerdir. Hatta Budizmin öncüleri olup, dini diğer
halkların arasında yaymaya başlamışlar, binlerce Çince ve Sanskritçe
Budist yazısını özenle Türkçe'ye çevirmişlerdir. Budizmi kendi
kültürlerine göre şekillendirmiş ve hatta ilk kez kadınlar için bir
manastır inşa ederek "Budist rahibeler" geleneğini başlatmışlardır.
Kırgızlar'ın saldırısından sonra bir süre göçebeliğe geri dönmek
zorunda kalmışlardır. Bugünkü Uygurlar çoğunlukla Müslümandır. Uygurlar
bazı gelenekleri Budizm'den İslam'a taşımışlardır. Örneğin, kendini
ruhsallığa adamış, maddi varlığı olmayan, göçmen rahip geleneğini
İslam'da da devam ettirerek, kapı kapı dolaşarak hayır duaları ile
geçimini sağlayan ve bazen ermiş olarak görülen derviş geleneğini
çıkarmışlardır. İslam'daki tüm derviş şekilleri buradan
kaynaklanmışdır. [2]
16. yüzyıldan sonra, Sibirya'nın Türk
kavimleri Ruslar tarafından gitgide Hristiyanlaştırılmış ve
Slavlaştırılmıştır. Ama bu toplulukların Hristiyanlığında hâlâ
Tengricilik kalıntılarını bulmak mümkündür. Örneğin hâlâ Şaman geleneği
sürdürülmektedir ve köylerdeki Şamanlara olan güven, köyün papazına ya
da doktoruna olan güvenden daha fazladır. Bugün Tengricilik artık
sadece Moğollarda Lamaizm ile karışmış bir şekilde ve hâlâ doğaya bağlı
ve göçebe yaşam sürdüren bazı Sibiryalı küçük Türk kavimlerinde
görülmektedir.
Tengriciliği bugüne kadar muhafaza etmiş
olan kavimler daima göçebe olmuşlardır. Bazı Müslüman Türkmen ve Kırgız
boyları hâlâ tamamen veya kısmen göçebe bir yaşam sürdürmektedirler. Bu
boylarda, eski dini törelerini İslami dualar ile karışık şekilde
uygulayan şamanlara rastlamak mümkündür.[2]
Son yüzyıllarda birkaç defa Tengriciliği
modernleştirme ve canlandırma denemeleri yapılmıştır. Bu çabalardan
biri, Altay bölgesinde doğmuş olan ve Batılı bilimcilerin Burhanizm
dedikleri Ak Yang dır (Ak Din). 1902 yılından 1930 yılına kadar süren
Ak Din'in en önemli özelliği Şamanlara ve Ruslara karşı düşmanlığıdır.
Onlara göre Şamanlar, yüzyıllar boyunca diğer dinlerin ritüellerini
taklit etmiş ve saçma sapan şeyler yapmaya başlamışlardır. Ak Din,
Şamanların Gök'ün (yani Tengri'nin) değil, yeraltının, yani kötülüğün
temsilcileri olduklarını vurgulamış ve Şamanları yok etmeye
çağırmıştır. Ak Din için vaaz verilen toplantılarda Şaman elbiseleri,
Şaman davulları ve hatta Rusların şeytanlığı olarak görülen Rus kâğıt
paraları bile yakılmıştır. Bu uygulamalara 1930 yılında Ruslar
tarafından, şiddetli ve kanlı bir şekilde son verilmiştir.[1]
Gökteki Kutsal Nesneler
Güneş, ay, ateş ve su, Tengri'nin
kudretinin sembolleridir. İnsanların Gök'e dua ederek elde ettiklerine
inandıkları "Buyan" adlı enerji, güneşin göğün neresinde durduğuna
bağlı olarak değişir. En fazla buyanın yeni ay ve dolunayda elde
edilebildiğine inanılır. Senenin en uzun gününün yaşandığı ve gündüz
ile gecenin eşit olduğu günler, en önemli bayramlardır.[3]
Yılbaşı, 21 Aralık'tan sonra gelen ilk yeni ayda, "Kızıl Güneş Bayramı" 21 Haziran'dan sonra gelen ilk dolunayda kutlanır.[3]
Venüs gezegeninin Türkler'deki adı
"Erklik," Moğollar'daki adı "Tsolman"dır. "Ateşli ok" denilen yıldız
kaymalarını ve yeryüzüne düşen meteorları Erklik Han'ın gönderdiğine
inanılır (Erlik Han ile karıştırılmamalı). Büyük ayı yıldızlarına
Moğollar'da Doolon Obdog ("Yedi Yaş Damlalı Adam") derler. Gök'ün Ülker
yıldızlarına bağlı olduğuna, ve Ülker'in etrafında döndüğüne
inanılır.[3] [4]
Beyaz Ay bayramında 14 adet tütsü yakılır. Bunların ilk yedisi "Yedi Yaş Damlalı Adam" ve diğer yedisi Ülker içindir. [3]
Üç-Dünya kozmolojisi
Çoğu eski inançlardaki gibi Tengricilikte
de gerçek âlemin yanında bir "gök âlemi," bir de "yeraltı âlemi"
vardır. Bu âlemlerin arasındaki tek bağlantı, dünyanın merkezinde duran
"Dünyalar Ağacı"dır.
Gök âlemi ve yeraltı aleminin yedişer
katları vardır (bazen yeraltı 9, gök de 17 kat olarak geçmektedir).
Şamanlar bu âlemlere yolculuk yapmak için birçok girişler tanırlar. Bu
âlemlerin katlarında, aynı yeryüzündeki insanlar gibi bir hayat
sürdüren varlıklar vardır. Onların da kendi saygı gösterdikleri ruhları
ve şamanları vardır. Bazen bu varlıklar yeryüzünü ziyaret ederler ama
insanlara görünmezler. Sadece ateşin garip bir cızırtısında ya da bir
tilkinin havlamasında kendilerini belli ederler ve şamana görünürler.
[3] [5]
Yeraltı âlemi ("Yerlik")
Yeraltı âleminin yeryüzü ile çok
benzerlikleri vardır ama yeraltı halkının insanlarda olduğuna
inanıldığı gibi 3 ruhu değil, sadece 2 ruhu vardır. Onlarda, vücut
ısısını üreten ve nefes alınmasını sağlayan "ami ruhu" eksiktir. Bu
yüzden çok beyaz tenlilerdir ve kanları çok koyu renklidir. Yeraltı
âleminin güneşi ve ayı çok daha az ışık verir. Yeraltında da ormanlar,
ırmaklar ve yerleşim yerleri vardır.[3]
Yeraltı âleminin efendisi Erlik Han'dır
(Moğolca: Erleg Han). Erlik, Tengri'nin bir oğludur. Yeraltında yeniden
doğmayı bekleyen ruhları da Erlik Han kontrol eder. Eğer hasta bir
insanın "süne ruhu" daha ölmeden yeraltı âlemine kayarsa bir şaman,
Erlik Han ile pazarlık yaparak onu tekrar geri getirebilir. Eğer bunu
başaramazsa hasta ölür.[3]
Gök âlemi
Gök âleminin de yeraltı alemi gibi yeryüzü
ile benzerlikleri vardır ama bu âlemde insanların ruhları bulunmaz. Bu
âlem yeryüzünden çok daha aydınlıktır. Bazı rivayetlere göre yedi tane
güneşi vardır. Yeryüzündeki şamanlar bu âlemi ziyaret edebilirler.
Burada sağlıklı, hiç dokunulmamış bir doğa vardır ve buranın yerlileri
atalarının geleneklerinden hiçbir zaman sapmamışlardır. Bu âlem
Tengri'nin diğer bir oğlu olan Ülgen'in himayesi altındadır.
Bazı günlerde Gök âleminin kapısı aralanır
ve ışığı bulutların arasından parlar. Bu anlar, şaman dualarının en
tesirli olduğu anlardır. Bir şaman, kendisini gök âlemine götüren
hayali yolculuğunu bir kuşun, geyiğin ya da atın sırtına binerek, ya da
bu hayvanların şekline girerek gerçekleştirir.[3]
Bir Tengricinin dünyayı görüşü
Bir tengriciye göre dünya sadece üç
boyutlu bir ortam değil, aynı zamanda durmadan dönen bir çemberdir.
Herşey bu çemberin içine bağlıdır ve çember durmadan eskir ve
yenilenir. Dünyanın üç boyutu, güneşin hareketi, durmadan hareket
halinde olan mevsimler ve bütün yaratıkların ölümden sonra tekrar doğan
ruhlarından oluşur [3].
İnsanların üç ruhu
Tengricilikte, insanların ve hayvanların
birden çok ruha sahip olduklarına inanılır. Genelde her insanın üç ruha
sahip olduğu kabul edilir ama ruhların isimleri, özellikleri ve
sayıları bazı kavimlerde farklı olabilir: örneğin, Sibirya'nın
kuzeyinde yaşayan ve bir Moğol halkı olan Samoyetler, kadınların dört,
erkeklerin beş ruha sahip olduklarına inanmaktadırlar.[3] [4]
Ruh türleri
Kuzey Amerika'da, Orta ve Kuzey Asya'da
araştırmalarda bulunmuş olan Paulsen ve Hultkratz bu ruh inancının
bütün halklarda aynı olan iki ruhunu şöyle açıklamışlardır:
* Nefes, hayat ya da beden ruhu
* Gölge ruhu/serbest ruh
Bunların yanında kavimden kavime değişen
"kısmet ruhu," "koruyucu ruh" ve bir de "çocuk ruhu" inancını tarif
etmişlerdir. Yeni doğan bir çocuğun "Omi ruhu" olduğuna, ve bu çocuk
bir yaşına girdiğinde bu ruhun "Ergen ruhu"na dönüştüğüne inanılır.
Ayrıca aynı kavme ait olan insanların bir "kolektif ruh"a sahip
olduklarına inandıkları tespit edilmiştir. Bu "kolektif ruh" inancı,
aynı türe ait olan hayvanlara da yansıtılır. Yani, aynı türe ait olan
hayvanların büyük bir toplu ruha bağlı olduklarına inanılır.[13]
Ruh adları
Türklerde ve Moğollarda insan ruhları için
birçok farklı isimler bulunur ama bunların özellikleri ve anlamları
henüz yeterince araştırılmış değildir.
* Türklerde: Özüt, Süne, Kut, Sür Salkin, Tın, Körmös, Yula
* Moğollarda: Sünesün, Amin, Kut, Sülde[4]
Jean Paul Roux, bu ruhların yanında, bir
de Uygurlar'ın Budist dönemlerinden kalan yazılarda sözü edilen
"Özkonuk" ruhuna dikkati çeker.[4]
Moğolistan'a araştırmalar yapmak için
gidip sonunda hayatını Tengriciliğe adamış ve "Sarangel Odigen" adlı
Şamaniçe olarak Moğolistan'da vefat eden bilimci Julie Stewart,
Tengricilik hakkında yazdığı makalelerinden birinde ruh inancını şöyle
tarif etmiştir:
* Amin ruhu: Nefes almayı ve vücut
ısısını sağlar. Amin ruhu tekrar canlandırır. (Bu ruhun Türklerdeki adı
"Özüt" olsa gerek. Kaşgarlı Mahmud, yazdığı Divân-ı Lügat-it Türk adlı
eserinde "Özüt ruhu"nu nefes ruhu olarak tarif etmiştir).
* Sünesün ruhu: Vücudun dışında, suya
gider, suyun içinde hareket eder. Aynı doğadaki su çemberi gibi bir
varlık sürdürür. İnsan ölünce yeraltı dünyasına iner. Tekrar dünyaya
gelmesi gerektiğinde, bir kaynaktan çıkar ve bebeğin içine girer.
(Türklerde "Süne ruhu").
* Sülde ruhu: Bir insana kişiliğini
veren ruh. Benlik ruhu. Diğer ruhlar insan vücudunu terk ederse sadece
baygınlığa, benliğini yitirmeye ya da komaya yol açarlar, ama eğer bu
ruh vücudu terk ederse insan ölür. İnsan ölünce doğada bir cisme girer
ve Yer Su ruhu olur. Tekrar dünyaya gelmez. [3]
Hayvanların iki ruhu vardır. Hayvan
öldüğünde bunlardan birisi tekrar dünyaya gelir ve diğeri doğaya
yerleşir. Hayvanlar yeniden dirilebilen bir ruha sahip oldukları için,
onlara da saygılı davranmak ve eziyet etmemek gerekir.
Kut, Tengrikut ve Iduk
"Kut" Tengrinin sadece hükümdarlara
verdiği güçlü bir ruhtur. Tengri bu ruhu bir kağana, uygun gördüğü
zaman verir ve yine uygun gördüğü zaman geri alır. Bu ruha sahip olan
bir kağanın unvanına "Tengrikut" eklenir.
"Iduk" Umay'ın, Yer Su'ların ve bazı diğer
dişi cinsiyetli kutsal varlıkların ismine katılan bir ektir ve henüz
yeterince araştırılmamıştır. Jean Paul Roux'un fikrine göre, "Kut"un
dişi varlıklara verilen uyarlamasıdır.[4] [14]
Tengri'nin yanındaki diğer kutsal varlıklar
Tengricilikte ataların kutsal sayılması ve
hatta bazı büyük hükümdarların ölümlerinden sonra tanrı olarak kabul
edilmesinden dolayı, kabileden kabileye farklı tanrısal varlıklar
bulunur. Bu yüzden Tengriciliğin bütün kutsal varlıklarını bir araya
toplanması imkansız gibidir. Örneğin, Altaylarda çok yüksek bir tanrı
olarak görülen Kara Han'ın Oğuz Han'ın babası olduğu düşünülmektedir.
Ayrıca Macar bilimcilere göre, Macarca'daki "tanrı" anlamına gelen
"Isten" kelimesi İstemi Kağan'a ölümünden sonra tanrı olarak
tapılmasından kaynaklanmaktadır.[15] [5]
Tengriciliğin bir tek-tanrı dini olup
olmadığı hakkında farklı görüşler var olduğu için, bu kutsal
varlıkların gerçekten "tanrı" olarak mı, yoksa sadece "güçlü ruhlar"
olarak mı adlandırılması gerektiği kesin olarak söylenememektedir. Bu
konu hakkında, bilimcilerin farklı görüşleri aşağıda Tek-Tanrı Kuramı
başlığı altında ele alınmıştır.
En tanınmış kutsal varlıklar
Tengrinin yanında Tengriciliğin coğrafyasında en yaygın ve en tanınmış kutsal varlıklar şunlardır:
* Umay (Iduk Umay ya da Tenger Ninyan da denir): Bereket tanrıçası. Tengri'nin kızı.
* Ülgen (Altaylar'da Adakutay, Yakutlar'da Ak Toyun): Tengri'nin oğlu. Gök âleminin (cennetin) efendisi.
* Erlik Han (Yeraltı âlemi=Yerlik/Erlik): Tengri'nin oğlu. Yeraltı âleminin efendisi.
Sibirya Türklerinde
Günümüzdeki Yakutlar ve Altaylar yukarıda sayılan dört tanrısal varlığın yanında ayrıca şu kutsal varlıkları tanımaktadırlar:[5]
* Kara Han: Altaylılarda yüksek
derecede bir tanrı. Gök'ün en yüksek katında, altın bir sarayda, altın
bir taht'da oturduğu anlatılır. Altayların yaratılış efsanesinde hatta
insanların yaratıcısı olarak gösterilir.
* Ayzıt ya da Aykız: Aşk, güzellik ve
Ay tanrıçası. Gök'ün 3. katında oturur. Kamlar alkışlarında (alkış=
Dua) inanılmaz güzelliğini methederler.
* Gün Ana: Güneş tanrıçası. Güneş ile birlikte Gök'ün 7., yani en yüksek katında oturur.
* Ay ata ya da Ay dede: Ay tanrısı. Ay ile birlikte Gök'ün 6. katında oturur.
* Alasbatır: Ev hayvanlarının koruyucusu.
* Ancasın: Yıldırımların efendisi.
* Su Iyesi: Su tanrıçası.
* Taş Gaşıt: Kısmet tanrısı.
* Andarkan: Ateşin efendisi. Eski Kırgızlarda bir bitki tanrıçası aynı isimi taşıyordu.
* Satılay: Kötülük tanrıçası.
İnsanların dengesini bozar, yoldan çıkarır ve ruh hastalıkları getirir.
Çaresiz insanları intihar etmeye ikna eder.
* Kış Han: Kışın efendisi.
* Arah, Toyer, Tarila, Sabıray: Yeraltı âleminde, insanların ruhları hakkında kararlar veren hakim derecesindeki ruhlar.
* Gölpön Ata: Koyunların koruyucusu.
* Erdenay: Haberci. Tanrıların insanlara bildirmek istedikleri iyi kararları insanlara ileten ruh.
* Kambar Ata: Atların koruyucusu.
hessenlu-azerbaycan
Doğa ruhları
Tengricilikte doğa ruhlarla doludur. Bu
ruhlar bulundukları yerlere ve özelliklerine göre kategorilere
ayrılırlar. Bunların isimleri Tengrici halkların farklı dilleri ve
lehçelerine göre değişebilir. Ama bunlar genel olarak iki büyük gruba
ayrılabilirler: [14]
* Gök ile bağlantısı olan ruhlar: Bunların adlarına çoğunlukla "kök-" (mavi) ya da "-tengri" (gök) kelimeleri eklenir.
* Yer ile bağlantısı olan ruhlar:
Bunlar toplu olarak Türklerde "Yer su" ve Moğollarda "Gazriin ezen"
olarak adlandırılırlar.
Rafael Bezertinov yazdığı "Tengrianizm:
Religion of Turks and Mongols" adlı kitabında[14], Türklerde 17 kutsal
varlığın (Tengri, Umay, Erlik, Ülgen vs.), Moğollarda ise 99 "Gök
ruhları"nın 77 "Yer ruhları" ile karşı karşıya durduklarını ortaya
koymaktadır. Ayrıca, çoğunlukla Tengri ile bağlantılı olarak kullanılan
"kök" (mavi) kelimesinin, bir "gök ruhu" taşıdığı inanılan yaratıklara
da eklendiğine dikkati çeker;
‘Kuk’ lakabı ayrıca, at, koç, boğa,
geyik, köpek ve kurt gibi, bazı hayvanlara da verilmektedir. Bu
yakıştırma hayvanın rengine (alaca) değil, Gök'e ait olmasına dair
verilirdi: Kuk – Tengre, yani kutsal öze sahip."
Şamanlar birçok ruhu kontrol edebilir ama
bazı gök ruhları o kadar güçlüdürler ki bir şaman onları etkileyemez.
Bir ruh sadece, denge bozulduysa ve düzeltilmesi gerekliyse rahatsız
edilebilir. Önemsiz meseleler veya sırf merak için rahatsız
edilmemeleri gerekir.[3]
Moğollarda Tengrinin yanındaki en güçlü
kutsal varlıklar, Gök'ün ayrı yönlerinde bulunduklarına inanılan dört
kudretli gök ruhlarıdır. Moğollar bunların adlarına da "-tenger" (gök)
eklerler:
* Erleg Han (Erlik Han), yeraltının efendisi. Doğu-"tenger"i.
* Usan Han, su ruhlarının efendisi. Güney-tengeri.
* Tatay Tenger, kuzeyden çağrılır. Fırtınaların, yıldırımların ve hortumların efendisi.
Moğolların bu gök ruhları çok güçlüdür ve
etkilenemezler. Şamanlar onlardan sadece bir ayinde yardımcı olmalarını
rica edebilir. Bu ruh gruplarının dışında bir de Çor (Moğolca: Çotgor),
Ozor, Ongun, Körmöz ve Burhan ruhları vardır.
* Yer su (Moğolca: Gazriin Ezen,
Yakutca: Ayy): Yer ile bağlantısı olan doğa ruhları. Bir dağın, gölün,
ırmağın, kayanın, ağacın, köyün, binanın; hatta bütün bir ülkenin ruhu
olabilirler.
* Çor (Moğolca: Çotgor): Dengeyi
bozan, bedensel ve ruhsal hastalıklar getiren kötülük ruhları. Bazı
Çor'lar ölmüş insanların, yeraltı aleminin yolunu bulamamış olan
Süne-ruhlarıdır. Bu takdirde bir şamanın bu ruhu tekrar yola getirmesi
gerekir. Diğer kötülük ruhları tekrar canlandırma çemberinin dışında
dururlar ve sonsuza dek doğada dolaşırlar. Şamanlar bu ruhları
etkileyip iyi bir yardımcı ruh haline getirebilirler.
* Ozor ruhları, Ongun ruhları ve
Burhan ruhları çoğunlukla iyi ruhlardır, ama zamandan zamana sorun da
yaratabilirler. Ozor ve Ongun ruhları bazı ataların bir süre boyunca
doğada dolaşan Sülde ruhlarıdır. Bu ruhlar şamanların törenlerinde en
önemli yardımcılarıdır.
* Körmöz (Moğolca: Utha): Ölmüş
şamanların ruhlarıdırlar. Körmözler daima canlı şamanların yanında
bulunur, onlara yol gösterip yardımcı olurlar. Körmözler birçok şaman
kuşaklarının tecrübesine sahiplerdir. İyi ve kötü Körmözler vardır.
Ayrıca Körmözler yeni ölen insanların ruhlarına yol gösterirler ve
onları gitmeleri gereken yere götürürler.
* Burhan: Burhanlar çok güçlüdürler ve
bir şaman onları etkileyemez. Eğer bir insanı hasta ettilerse, sadece
hastayı rahat bırakmalarını rica edilebilirler. Sadece çok güçlü bir
yardımcı ruhu olan bir şaman, Burhan ruhunu kontrol edebilir. Bu
uygulamadan sonra o Burhan bir Ongun'un içinde tutulan Ongun ruhu
olur.[3]
Altaylıların bazı güçlü doğa-ruhları
* Altay Han: Altay dağlarının efendisi. Altay dağlarının zirvesinde oturduğuna inanılan çok güçlü bir ruh.
* Buncak Toyun: Buzul Toyun ile
birlikte gök âleminin en yüksek katında büyük Kara Han'ın sarayına
giden yolun bekçiliğini yapar.
* Demir Han: Güçlü bir dağ ruhu.
* Talay Han: Güçlü bir dağ ruhu.
* Okto Han: Yer Su kategorisinden, güçlü bir dağ ruhu.[5]
Kutsal dağlar, göller ve ağaçlar
Tengrici bir insanın doğaya karşı büyük
saygısı vardır, çünkü doğa ruhlarla doludur. Büyük bir dağın, görkemli
yaşlı bir ağacın, bir gölün ya da bir vahşi hayvanın bir ruhu ve
böylece bir kişiliği vardır. İnsan doğadan sadece kendine ve ailesine
lazım olduğu kadarını alır, savurganlık Tengriyi ve Yer suları
öfkelendirir. Eğer insan doğadan bir şey alabildiyse bu sırf doğa
ruhlarının rızası ile olmuştur. Bu yüzden onlara minnettar olması
gerekir.[3]
Çin'in Tang döneminden kaldığı düşünülen
Göç destanında, Türkler 40 kuşaktan beri kutsal saydıkları ve ondan güç
aldıkları bir kayayı Çinlilere bırakırlar. Gök aniden garip sarımsı bir
renge bürünür, kuş ötüşleri ve doğadaki diğer sesler kesilir, bozkırlar
sararmaya solmaya başlar, Türklerin ve sürülerinin arasında salgın
hastalıklar çıkar ve doğadan Yer suların sesleri duyulur "gööç gööç"
diye. Yer su ruhları bu şekilde kendilerine ihanet eden Türkleri
memleketlerinden kovar ve cezalandırır.
Dağ ruhlarının çok güçlü olduklarına
inanılır ve bereket için onlara dua edilir. Her Tengrici halk, yaşadığı
bölgenin en yüksek dağına hitap eder. Böylece günümüze kadar tüm
Avrasya'da bazı dağ isimleri, bu eski inancın kalıntıları olarak
muhafaza edilmiştir. Bir Dağ ruhuna edilen dua, bir "Oba" ya
yöneltilir. Bu oba dağın yakınında bulunan ve o dağı temsil eden, 2-3
metre yüksekliğinde dallardan oluşan bir yığıntıdır. Bu obanın yanından
geçen kimse üç kez etrafında dolanır ve sonunda obanın tepesine bir taş
koyar. Böylece yolculuğunun devamı için uğur ve kendisi için güç
aldığına inanır.[3]
Bazı kavimlerde dağa verilecek kurban dağda bulunan bir gölün içine atılır.
Bazı kutsal dağlar ve göller
* Han Tengri (Kazakistan) Kazakistan
* Altay dağları; zirvesinde Altay Han'ın oturduğuna inanılır.
* Issık Kul: Kırgızistan Kırgızların mitolojilerinde güçlü bir ruhu barındıran kutsal göl.
* Musala (Bulgaristan) Bulgaristan Bu
dağ Balkanların en yüksek dağıdır ve 15. yüzyıla kadar Ön Bulgarların
verdiği Tangra (Tengri) isimi ile tanımlanmıştır. Daha sonra Osmanlılar
bu dağa "Maaşallah" ismini vermiştir. Günümüzdeki Bulgarlar
Maaşallahtan türetilmiş olarak "Musala" derler.
* Tien Shan: (Uygurca: Tengri Tav, (Tanrı dağı))
Adak, kurban geleneği
Tengricilikte iki türlü adak vardır; kanlı ve kansız adaklar.[3] [5]
Kanlı adaklar
En çok makbule geçtiğine inanılan adak
hayvanları beyaz atlardır. Atların dışında koyun, keçi ve sığır da
kurban edilir. Tengricilikte bir hayvanı kurban ederken dikkate
alınması gereken birçok kural vardır. Bir hayvanın tekrar doğacak olan
bir ruhu olduğu için, ona karşı saygı duyulur ve hayvana gereksiz acı
vermemeye çalışılır. Kurban hayvanının başı kesilmez, çünkü ruhu
kafasında, boynunda ve solunum yollarında bulunur, bu yüzden
bölünmemesi gerekir. Ayrıca kanının akmaması, kemiklerinin kırılmaması
ve hayvanın, postun karın kısmında bulunan bir yırtığın dışında tek
parça kalması gerekir. Hayvanın karın kısmından bir kısım kesilir,
buradan hayvanın içine el sokulup can damarı bölünür. Moğolistan'da
hâlâ bu şekilde yapılmaktadır. Daha sonra hayvan ikiye bölünür ve iki
ayrı ateşin üstüne asılır. Hangisinin dumanı dik bir şekilde göğe doğru
çıkarsa o bölümü kül olana kadar ateşin üzerinde bırakılır çünkü o
bölümün kokusunun Tengrinin hoşuna gittiğine inanılır. Günümüzün
Müslüman Kırgızları, kurban bayramında da at kurban ederler.
Kansız adaklar
Kansız adak olarak özel seçilmiş çeşitli
gıda malzemeleri, içki, tütün, silah, ev eşyaları ve at yarışları ile
güreş gibi farklı şeyler kullanılır. Örneğin gök gürüldediğinde bir tas
kımız, yoğurt ya da ayran ile üç kez çadırın etrafında dolanılır.
Yıldırımın düştüğü noktada gençler Tengrinin hoşnutluğunu tekrar
kazanmak için güreşler ederler. Ama her gün yapılan, en sık rastlanan
adak, bir tas kımızdan Gök'ün dört yönüne doğru biraz sıçratarak o
içkiyi böylece Tengriye, Ötükene, atalara adayıp gerisini bir dikişte
içmektir. Bu gelenek günümüze kadar tüm Sibirya'da ve özellikle
Moğolistan'da yaygındır. Bazen votka ile de yapılmaktadır.[3]
Eski Türklerde cenaze törenleri
Tengricilik'te bir insanın birden fazla
ruha sahip olduğuna ve bu ruhların farklı özellikleri olduğuna
inanılması, dönemsel ve bölgesel farklı cenaze merasimlerine yol
açmıştır.
Jean Paul Roux'a göre, eski Çin
yazılarında Vu-Sun'ların cenazelerini erken dönemlerinde yaktıkları ve
daha geç dönemlerde gömdükleri hakkında kanıtlar bulunmaktadır. Bazı
diğer kaynaklara göre gömülecek cenazeler için mezarın konumu bir
akarsunun yakınında seçilir, ve bu vücudun dışında akarsular yolu ile
hareket eden süne ruhunun dikkate alındığına işaret eder. Diğer
kaynaklarda mezarların konumu yüksek tepelerde seçildiğine kanıtlar
bulunur, ve bu gök ile ilişkisi olan nefes ruhunun dikkate alındığına
işaret eder.
Kaşgarlı Mahmud da eski Türklerin cenaze
gelenekleri hakkında çok faydalı bilgiler aktarmıştır. Yukarıda
saydığımız geleneklerin yanısıra ağaçların üstünde sergilenen cenazeler
olduğunu yazmaktadır. Ayrıca cenaze merasimlerinde geride kalan
yakınların kendilerine tırnakları ve bıçaklar ile zarar verdiklerini
yazmaktadır. Cenaze merasiminde özellikle yüzlerini yaralayıp, kan
gelmesini sağlamaya önem verilmiştir, çünkü göz yaşlarının kan ile
karışıp akmasının derin bir anlamı vardır. Birçok dikkate alınan
gelenekler vardır: Cenaze çıkan bir evden 40 gün boyunca hiçbirşey
alınıp bu eve hiçbirşey de verilmez. Bazı kavimlerde 40 gün boyunca
ölünün adı anılmaz, aksi takdirde ölünün ruhu o evi terk etmeyeceğine
ve gitmesi gereken yola çıkmayacağına inanılır.
Jean-Paul Roux'nun Türklerin ve Moğolların Eski Dini başlıklı çalışmasından:[16]
“Ölümü izleyen dönemde bazen
birdenbire ortaya çıkan, bazen önceden düzenlenen ağlayıp sızlamalar
ile cenaze törenlerinde yer alan ritüele dayalı dövünmeleri birbirine
karıştırmamak gerekir. Çinliler bu ayrımı gayet iyi yapmıştır, konuyla
ilgili tanımlamaları klâsik niteliktedir: ‘Onlar, cenazenin içinde
olduğu çadırın kapısı önüne gelir gelmez kanlarının gözyaşlarıyla
birlikte aktığının görülmesi için yüzlerini bir bıçakla
kesmektedirler.’ Jordanes bunun Hunlar tarafından da yapıldığını
belirtmiştir. Diğer gözlemciler arasında İbn Faldan, ‘korkunç ve vahşi
bir şekilde bağırıp ağlayan’ erkekler olduğunu açıklamaktadır. Aynı
zamanda at yarışları düzenlenmekte, yani ölünün çevresinde düzensiz
şekilde dönülmekte, ayrıca koyunlar ve atlar kurban edilerek ‘çadırın
önüne serilmektedir’. Ölünün seyredilmesi için açıkta bırakıldığı
süreyle ilgili olarak dikkat çeken yedi rakamına, çoğu kez değişik
faaliyetler söz konusu olduğunda da rastlanmaktadır: yedi yara, yedi
defa çevresinde dönüş
...
Gömülme tarihi geldiğinde ceset,
Herodot tarafından belirtildiği ve Pazırık kazılarında da görüldüğü
gibi, en azından İskitler'de ve ayrıca Moğollarda, mezarına kadar
taşınmak için araba üzerine konmaktadır. Tukiuler'de, Vuhuanlar'da,
Huan-Huanlar'da ve diğer Türk kabilelerinde bunlara bir cenaze alayı
eşlik etmektedir. Cenaze törenleri bir araya gelmek için büyük
nedenlerden birini oluşturduğu için eskiden olduğu gibi günümüzde de
halk toplanmakta ve bunun için uzak yerlerden gelinmektedir. Yabancı
heyetler davet edilmektedir.”[16]
“Halen ölüme uçan ruhun shungkur,
sungur şeklinde algılanmış olup olmadığını saptama olanağımız yok,
ancak ‘öldü’ demek yerine shungkur boldi, ‘sungur hâline geldi’
deyiminin İslam dinini kabul ettikten sonra bile Batı Türklerinde
kullanıldığı görülmektedir.” [16]
Emel Esin'in Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu adlı eserinden:[17]
“Kök Türkler hakkındaki Çin
rivayetlerinden anlaşıldığına göre ceset, kubbeli ve yuvarlak biçimli
olan Türk çadırına yatırılıyordu. Takvimde uygun bir gün seçerek yuğ
merasiminin iki safhası icra edilirdi. Kök Türk beylerinin mezar
taşlarında yuğ tarihleri verildiğine göre, gün belirlenirken bazı
astrolojik düşüncelerin varlığından da söz edilebilir. Esasen
görüleceği gibi, mezar taşlarında astrolojik simgeler de bulunuyordu.
Merasim için seçilen günde ceset, at üzerine bindirilip bazen çadır
şeklinde bir köşk içinde, silahları ve madeni ayna gibi kıymetli
eşyaları yakılıyor ve başka bir mevsimde küller gömülüyordu. Türk
kağanlarının mezar abideleri dağ şeklindeydi. Daha sonra Kök Türklerde
ve Oğuz Türklerinde olduğu gibi ceset yakılmadan gömülüyorsa giyimli ve
zırhlı olarak, silahları ve elinde bir kadeh içki bulunan ceset, atıyla
mezara yerleştiriliyordu. Mezar abidesi olarak ölenin bir portresi ve
hayatı sırasında giriştiği savaşlardan sahneler tasvir ediliyordu.
Ölen kimsenin hayattayken savaşta
öldürdüğü kişilerin simgesi olan taşlar veya heykellere balbal deniyor
ve bunlar da mezarın etrafına dikiliyordu. Balballar ve ölene kurban
edilen hayvanlar, öbür dünyada hizmete tahsis edilmiş sayılıyordu. J.
R. Hamilton ve E. Tryjarski tarafından yeni okunan geyikli bir Kök Türk
mezar taşı yazısından anlaşıldığı üzere, kurban edilen hayvanların da
tasviri yapılıyordu.
Ölenin, onun maiyetinin ve balballar ile
kurbanlık hayvanların tasvirleri dikili taşa oyulmuş bir heykel veya
kabartma olmaktaydı. Ölenin hayat safhalarını temsil eden levhalar da
taşa naklediliyor veya az kabartmalı şekilde oyuluyor ya da kırmızı
boyayla çiziliyordu. Bu eserlerin üslubu ilkel, fakat çarpıcı bir ifade
biçimiyle kendini gösteriyordu. İnsan tasvirlerinin hiçbiri diğerine
benzememek ile, kaynaklarda ölenin portresinin yapıldığı hakkındaki
bilgi teyit edilmiş bulunmaktadır. Sin adı verilen bu mezar
abidelerinin bazısında Türk sanatkârlarının adları da okunmuştur.” [17]
Jean Paul Roux'nun Altay Türklerinde Ölüm başlıklı araştırmasından:[18]
“Aksine bir kanıt bulunmadığı sürece
tarihsel çağdaki Altay toplumlarının cenaze töreni geleneklerinin, Orta
Asya’nın tarih öncesi (Paleo-Asya, Altay veya Hint-Avrupa)
geleneklerinin bir devamı olduğunu söyleyebiliriz.”[18]
“Sonuç olarak, Altaylıların cenaze törenleri için kullandıkları değişik yöntemleri aşağıdaki şemayla özetlemek mümkündür.
* Ağaçlar üzerinde sergilenen ceset
* Hayvanlara terk edilen ceset
* Yakılan ceset
* Mumyalama uygulanan ceset
* Gömülen ceset
Bu beş durumda 2. ve 3. sıradaki işlemlerden sonra, hemen hemen her zaman bir gömme işlemi gerçekleştirilmektedir.”[18]
“Çok sayıdaki metinden ölünün çadıra
yerleştirildiğini öğrenmekteyiz. Kuşkusuz söz konusu olan çadır, ölenin
hayattayken sahip olduğu çadır değildir. Bu çadır, genellikle cenaze
törenleri için kullanılan ya da bu vesileyle kurulan özel bir yer, bir
cenaze yeridir.” [18]
“Türklerin eski tarihlerden beri kefen kullandıkları kanıtlanmıştır.”[18]
“Genel olarak ölünün etlerle ve içeceklerle birlikte gömüldüğünü öne sürebilecek yeterli bilgimiz vardır.”[19]
“Özetle, öteki dünyada ihtiyacı olan her türlü nesneyi gömmekteler.”[18]
Tengricilik'te din adamları: Kam ve Bakşi
Tengricilik'te Kam (Şaman) kutsal birisi
değildir. Sadece ruhlar ile iletişim kurabildiği için toplum ona saygı
gösterir. Bu yüzden diğer dinlerden tanılan din adamları ile
karşılaştırılması doğru olmaz. Kam'ın en önemli görevleri bozulan
dengeyi tekrar yerine getirmek ve hastaları iyileştirmektir. İnsanlar
günlük ibadetleri için bir kam'a ihtiyaçları yoktur.
Bazı kamlar daha güçlü ruhlar ile iletişim
kurabilir ve diğer kamlardan daha güçlü olur. Ak- ve Kara kamlar
vardır. Bunların görevleri ve hünerleri farklıdır. Ak kamlar gök'e
bağlı ruhlar ile iletişim kurar, kara kamlar ise yere ve yeraltı
alemine bağlı ruhlar ile. Kamların giysilerine Manyak denir. Kam'ın
manyağına asılı birsürü kendisine güç veren, ya da kendisini kötü
ruhlara karşı koruyan eşyalar vardır.[3].
Kamların ateşle arınması
“Her şeyin ateşle arındırıldığına
inanıyorlar. Dolayısıyla elçilerin veya prenslerin veya diğer herhangi
bir yabancı kişinin gelmesi halinde, bu kişilerin ve getirdikleri
hediyelerin tehlikeli olması, büyü yapmaları, zehir getirmeleri veya
herhangi bir kötülük yapmaları olasılığına karşı arınmalarını sağlamak
için ateş arasından geçmeleri gerekmektedir.” [16]
Kamların doğaya verdikleri önem
“Daha önce belirlediğimiz gibi hayvan
türlerinin yitirilmesi kaygısı, yani doğaya saygı, çevreyi koruma,
ihtiyaçtan fazlasını tüketmeme veya şaman dininde hâkim-sahipleri
incitmeme endişesi, oldukça iyi bilinen birçok töre ve geleneğin
kaynağını oluşturur. En iyi şekilde Moğol çağında saptadığımız bu
gelenekler, herhalde o çağdan çok önce ortaya çıkmışlardı; ama bunlar
ancak Cengiz Han döneminde yasak altında yasalaştırılmışlardır.” [16]
Kamların uygulamaları
Çin kaynaklarından anlaşıldığına göre eski
Orta Asya Şamanizminin temelleri Göktanrı, Güneş, Yer Su, atalar ve
ocak (ateş) kültleridir. Bu bağlamda Asya halklarının inandığı
Şamanlığın temelinde insan ve doğanın birlik ile beraberliği ve uyumu
düşüncesi yer alır.
“İbn-i Sina görünüşe göre Türkmenlerin,
yani göçebe Türklerin bir kabilesinde gerçekleşen bir şaman seansına
katılmıştır: ‘Bir kehanet elde edebilmek için başvurulduğunda kâhin her
yönde koşmaya koyuluyor ve bayılıncaya dek nefes nefese kalıyor. Bu
durumdayken hayalinin kendisine gösterdiği şeyleri dile getiriyor ve
orada hazır bulunanlar, gereğini yapmak için sözlerini dikkatle
dinliyorlar.’ Yine aynı 11. yüzyılda Kaşgarlı kam kelimesini dört kez
kullanıyor. Bunu ‘kâhin’ şeklinde çeviriyor ve niteliğini üç örnekle
açıklıyor: ‘Şamanlar anlaşılmayan çok sayıda kelime söylediler.’ ‘Şaman
büyü yaptı.’ ‘Şaman bir kehanette bulundu.’” [16]
“Belki de bir tür kutsal kabul işlemi
veya bu aşamaya erişmeyi kutlayan herhangi bir tören sonucunda, gereği
gibi hazırlanan ve gerekli aletleri kuşanan şaman, müzik eşliğinde
kendi etrafında dönerek çıkardığı hayvan seslerinden, uçma
taklitlerinden, hayvan gibi zıplama veya sürünmelerinden, kendi
varlığının bilincini unutacak kadar sarhoş hale gelebilecektir. Bu
durumda, deneyimini, öte dünyaya yolculuğunu, zorlu yükselişini veya
tehlikeli düşüşünü, hayvan biçimli ruhlarla olan savaşlarını, bitkin
olarak kuvvetten düşünceye kadar mimiklerle canlandıracaktır. ...
Burada esas olarak amaç, tinlerin bildikleri sırlar hakkında sorguya
çekmek, yani gelecek hakkında bilgi edinmek; hatta kişilerin ruhunu,
görünmez veya serseri yaratıklar tarafından çalınan ve onlar tarafından
kaçırılmakla tehdit edilen ruhları aramak, yani büyü aracılığıyla
tedavi etmektir.”[16]
Rüzgâr tayı ve Buyanhışıg
Tengriciliğin günümüze kadar çok canlı
kalmış olan Moğolistan'da, insanların kişisel gücü "Rüzgâr tayı" olarak
tanımlanır. Rüzgâr tayının gücü, insanın dünyasını dengede tutması ile
bağlantılıdır. Çok güçlü bir rüzgâr tayı, insanın sağlam bir mantığa
sahip olmasını, kişisel gücünü dışarıya yansıtmasını ve daima doğru
kararlar vermesini sağlar. Eğer bir insan gücünü kötü niyetleri için
kullanırsa ve böylece dengeyi bozarsa, bu onun rüzgâr tayını
zayıflatır. Böylece kötülük yapan insanların kendilerine de zarar
verdiklerine inanılır (Karma felsefesinde olduğu gibi).
İnanışa göre, rüzgâr tayı hergün
yapılabilen ufak uygulamalar ile güçlendirilebilir. Örneğin kıymetlı
bir içecekten göğün dört yönüne doğru sıçratılarak, gök'e (Tengri'ye),
yere ve atalara adak verilir ve dua edilir.
Buyanhışıg ya da kısaca Buyan da rüzgâr
tayına benzeyen bir kavramdır. Bir insanın davranışları ile güçlenir ya
da zayıflar. Tabulara dikkat edilmediğinde, atalara karşı saygısızlık
yapıldığında ve gereksiz yere doğaya zarar verilip hayvanlar
öldürüldüğünde, doğadaki ruhlar öfkelenir ve insanın Buyanı zayıflar.
Rüzgar tayında farklı olarak Buyan daha çok toplumsal bir enerji
kaynağı olarak görülür. Bir kavime ait olan tek bir kişinin yaptığı
hata ile tüm kavimin Buyanı zayıflayabilir. Bu yüzden insanlar
birbirlerine karşı da hata yapmamaları için dikkat ederler. Bir kavimin
Buyanını güçlendirmek için bir şaman tarafından yönetilen törenler
yapılır.
Rüzgar tayı ve Buyan inanışları, insanların bazı kurallara uyarak birbirleri ve çevreleri ile geçinmelerini sağlar.[3].
Bilim
Eski Türklerin daima hareket hâlinde olmuş
olmaları, bu yüzden yeterince kazı yapılabilecek yerleşim yerleri
bulunamaması, yazı kullanmaya çok geç başlamış olmaları (6. yüzyıl) ve
sık sık yabancı kültürlerin etkisi altında kalmış olmaları, antik
Türkleri araştırmayı çok zor bir mesele hâline getirir.
Ancak 6. yüzyıldan itibaren kendi
yazdıkları dikilitaşlar bulunmaktadır. Bu dikilitaşlar eski Türkler'in
neye inandıklarını kanıtlamakta ise de yabancı halkların kalıntılarında
Türkleri tarif eden çok daha eski yazılar bulunur. En mühim bilgiler
Çin, Arap, Fars ve Bizans yazıtlarında bulunur. Ancak bu halklar
Türkleri çoğunlukla düşman olarak görmüş oldukları için yazdıkları da
neredeyse hiç olumlu değildir. Bu yüzden yabancı kaynaklarda Tengrici
Türkler 'iki ayak üstünde yürüyen köpekler', 'insanlık dışı barbarlar',
'kurt ya da köpek kafalılar' vs. gibi adlandırılmışlardır. Buna rağmen
bu kaynaklarda da faydalı bilgiler bulmak mümkündür. [2]
Orta Çağ'ın Türk araştırmacısı Kaşgarlı
Mahmud'un 11. yüzyılda tamamladığı Divân-ı Lügati't-Türk adlı sözlüğü,
Tengriciliği araştırmak açısından en kıymetli kaynaktır. Kendisi
Müslüman olan Kaşgarlı Mahmud kâfirler diye adlandırdığı Tengrici
Türklerin yaptıklarını beğenmediğini her fırsatta belirtmiştir. Buna
rağmen yazdığı eseri günümüze kadar, İslam öncesi Türkleri araştıran
tüm bilimciler arasında en güvenilir kaynak olarak kabul edilir.[2]
Günümüzde antik Türkleri ve onların
inançlarını araştıran bilimcilerin sayıları artmıştır. Ancak birçok
önemli noktalarda, tartışmaları hala devam eden farklı görüşler
yaygındır.
Tek-Tanrı kuramı
Eski Türk inancının tektanrıcı mı yoksa
çoktanrıcı mı olduğu hakkında farklı fikirler vardır. Bu noktada en
mühim tartışma konusu Tengri kelimesinin hangi zamanda Gök, ve hangi
zamanda Tanrı anlamında kullanılmış olduğudur. Her iki anlamı da her
kaynakta mantıklı bir söylem oluşturur. Bu sorunun cevabını bulmak emin
olabilmek için çok mühimdir.
Viyana Üniversitesi'nin bir makalesinde, eski Türk inancı hakkında iki genel fikir olduğu şöyle açıklanmaktadır:[20]
1) Türklerde Şamanizm de Totemizm de
yoktu. Türk dini tektanrıcı bir dindi: Bu fikir özellikle Türk
bilimcileri tarafından temsil edilmektedir.
2) Türklerde hem Şamanizm hem Totemizm
vardı: Eski dikilitaş yazılarında Şamanların sözü edilmese de daha geç
yüzyıllarda var olduğu kanıtlanmıştır ve birçok kuzey Türk dillerinde
kam kelimesi hâlâ bulunmaktadır. Türklerin Şamanist olduğu, örneğin
bazı antik Çin yazıları ile de kanıtlanabilmektedir. Türklerdeki
Totemizm hakkında pek fazla bilgi olmasa da, bazı kanıtlar buna işaret
etmektedir. Scharlipp'e göre en mühim kanıt Türklerin türeyiş
efsanesidir. Bu efsanede Türklerin kurtlardan türedikleri anlatılır.
Ayrıca Türk orduları kurt kafası resmi olan bayraklarla savaşa gitmiş
ve hatta ordunun yüksek düzeydeki önderlerine doğrudan Böri (Kurt)
adını vermişlerdir.
Jean Paul Roux bu konuya da diğerlerinden daha çok açıklık getirmektedir:
Tektanrıcı bir din olan eski Türk
dininin yanı sıra çoktanrıcı bir yüzü de vardır. Türklerin güçlü bir
hükümdarın egemenliği altında büyük topluluklar oluşturup büyük
imparatorluklar kurdukları dönemlerde tektanrıcık ön plana çıkmış, ve
çoktanrıcılık daha çok ayak takımını oluşturan halk arasında, veya
ancak kavimler tekrar dağılıp anarşi içinde kaldıklarında yüzeye
çıkmıştır. Göktanrısı Tengri yeryüzündeki oğlu olan hükümdar ile yakın
bir bağı vardır. Hükümdar Tengrinin yeryüzündeki temsilcisidir. Tengri
pantürkçü bir tanrı olsa da, aynı zamanda milli ve hükümdar
özelliklerine sahiptir. Nasıl herkes yeryüzünde kağan'a kulluk
ediyorsa, göğe, yani tüm kozmosun tanrısına da kulluk etmesi gerekiyor.
Ancak bunlara rağmen, hatta Tüe'küe devletinin kalıntılarında bile
Tengri'nin yanında başka tanrısal varlıklarla da karşılaşmaktayız. Bu
varlıklar bazen Tanrının kendisi için kullanılan Tengri kelimesi ile ya
da aziz kılınmış anlamına gelen İduk kelimesi ile tanımlanmaktadırlar.
İduk, daha çok kağanın eşi olan Hatun ile bağlantılıdır. [4]
Günümüzdeki yeni Tengricilik
Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra,
bu rejimden kurtulmuş olan Türk halkları tekrar kendi köklerini ve
milli kişiliklerini aramaya başlamışlardır. Bu gelişme 1990'lı yıllarda
ilk başta Tataristan'da, sonradan Rusya'da ve Kırgızistan'da belli
olmuştur. Tataristan'da bu hareketin ismi ilk başlarda "Bizneng yul"
(Bizim yol) iken sonradan "Tengirçilik" (Tengricilik) daha sık duyulur
olmuştur. Zamanla Tengricilik halkın arasında yaygın olan bir heves
olmaktan çıkmış, devlet tarafından desteklenmeye ve enstitüleri
kurulmaya başlanmıştır. Böylece 1997 yılında Kırgızistan'ın başkenti
Bişkek'te Tengrici bir topluluk kurulmuştur ve en son verilere göre
500.000 resmî üyeye sahiptir.[21] Tengriciliğin Kırgızistan'da bulunan
başka önemli bir kuruluşu da "Tengir Ordo" (Tengri'nin Ordusu)'dur. Bu
kuruluş Kırgızistan'ın parlamentosunda milletvekili olan Dastan
Sarygulov tarafından kurulmuş ve yine kendisi tarafından
yönetilmektedir.[21] Ayrıca Tengricilik araştırma merkezidir. Bu
kuruluş İstanbul Üniversitesi'nin Türk Dünyası Araştırma Merkezi ile
bir işbirliği yapmaktadır. Tengir Ordo'nun çalışmalarına zamanla diğer
Türk halklarının da ilgisi artmış ve Orta Asya'da çok kez basına
yansımıştır.
Kazakistan'ın Başbakanı Nursultan
Nazarbayev ve Kırgızistan'ın Başbakanı Askar Akayev yaptıkları
konuşmalarında Tengriciliğin Türk halklarının ortak millî ve geleneksel
inancı olduğunu vurgulamaktadırlar.[21]
Tengriciliğin Moğolistan'daki
organizasyonu "Golomt Center for Shamanist Studies" (Golomt Şamanist
Çalışmalar Merkezi)'dir. Bu kurum Tengriciliği araştırmanın yanında, bu
inancı batılı ülkelere de tanıtıp yayma amacıyla bir İngilizce İnternet
sitesi yayınlamaktadır: tengerism.org - Tengricilik.
Ayrıca Prof.Dr. Schagdaryn, ve Dr.
Sendenjaviin Dulam gibi bazı Moğol bilimcileri dünyanın birçok yerinde
yüksek okullarda konuşmalar yapmaktadırlar.[7]
Bu gelişmelerin yanında Orta Asya
ülkelerinin bayraklarında ve armalarında Tengricilikle alakası olan
simgelerin geriye döndüğü dikkati çekmektedir. Özellikle Gök'ün mavi
rengi ve kurt sembolleri günümüzün Türk Cumhuriyetleri'nin
bayraklarında yer almaktadırlar.
Yakutlar, tekrar doğmuş olan yeni
Tengriciliklerine "Ayy" adını verirler. Türkiye'de de bazı entelektüel
ve milliyetçi çevreler arasında "Göktanrı dini" dedikleri Tengriciliğe
karşı ilgi artmaktadır.
Kazakistan bayrağındaki gök mavisi rengi
Gagavuz bayrağında, hem kurt hem mavi renk.
Kırım Tatar Bayrağı (Kök Bayrak)
Gökbayrak: Uygurlar'ın bayrağı ve Türkçülüğün sembollerinden birisi.
Tengricilik'in esasları
* Çok tanrılı gibi gözükmesine rağmen
aslında tek tanrılı bir dindir. Bu inanca göre Tengri tektir, en
üstündür ve her şeyin yaratıcısıdır. Yine de bu konuda bir söz
birliğine varılmış değildir.
* Tengriciler, kendi dinlerinin, kitaplı dinlerden önce var olduğuna inanırlar.
* Umay, Ülgen, Erlik Han gibi tanrı ve tanrıçalar, Gök-Tengri'nin özel melekleri olarak da kabul edilebilir.
* Tengriciler, doğaya çok önem
verirler. Doğada bir dengenin olduğuna, bu dengenin değiştirilmesi
durumunda insanların ve diğer canlıların zarar göreceklerine inanılır.
* Tengriciler, hayvanların ve bitkilerin de ruhları olduğuna inanırlar.
* Tengriciler, doğadaki diğer maddelerin de ruhları olduğuna inanırlar. (bkz. Yer-Su İnancı)
* Bazı dağlara, ormanlara ve ırmaklara kutsal değerler yüklerler.
* Tengriciler, bazı gezegenleri, uyduları, yıldızları, yıldız kümelerini ve diğer astronomik cisimleri kutsal sayarlar.
* Tengricilik'de erkeğin toplumdaki statüsü kadınınkinden üstün değildir.
Tengricilik teriminin farklı şekilleri
Tengrizm sözcüğü henüz yayılmak üzere olduğundan, farklı kavramlara da rastlamak mümkündür.
* Tengrizm, Tänriizm, Tengrianity
* Tengerizm (Moğollar'da)
* Tangriizm ya da Tangrizm (eski Bulgarların Tengrizm'i için "Tangra")
* Tengrianizm (Rafael Bezertinov'un kitabında)
* Tengricilik, Gök Tanrı Dini, Gök Tengri Dini (Türkiye'de)
* Tengirçilik (Kırgızlarda, Tatarlarda, Kazaklarda ve Altaylarda)
Kitaplar
* Türklerin ve Moğolların Eski Dini / Jean-Paul Roux, ISBN 9758240706
* Altay Türklerinde Ölüm / Jean-Paul Roux, ISBN 9759970910
* Tengrianism: Religion of Türks and
Mongols (Tengrianizm: Türklerin ve Moğolların Dini) / Rafael Bezertinov
(Kitaptan bölümler (İngilizce))
* Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu / Emel ESİN, ISBN 9759970295
* Türk Mitolojisi, Yazar:Murat Uraz, ISBN 9759792359
Kaynaklar
1. a b Tengricilik (Dr. Yaşar Kalafat)
2. a b c d e f g h i j k l m Dr. Peter
Laut: Vielfalt türkischer Religionen: Tänriismus, Universität Freiburg
[1] (Almanca: Türklerde dinlerin çeşitliliği/ Freiburg
Üniversitesi'nden Dr. Peter Laut)
3. a b c d e f g h i j k l m n o p q r
s t u v w Julie Stewart - Mongolian Shamanism (ingl.)/ Moğol Şamanizmi
(Türkçe tercümesi)
4. a b c d e f g h Götter und Mythen
in Zentralasien und Nordeurasien Käthe Uray-Kohalmi, Jean-Paul Roux,
Pertev N. Boratav, Edith Vertes: ISBN 3-12-909870-4 İçinden: Jean-Paul
Roux: Die alttürkische Mythologie (Eski Türk mitolojisi)
5. a b c d e f g h Türk Mitolojisi, Murat Uraz, ISBN 9759792359
6. "Bulgaria Illustrated History" Bojidar Dimitrov, Şubat`94
7. a b www.eurasischesmagazin.de
Tengriciliğin küreselleşmede olası rolü adlı makaleyi yazan
Prof.Dr.Schagdaryn Bira ile bir röportaj
8. Urreligion der Ungaren (Almanca) / Eski macarların inancı
9. Wörterbuch der Mythologie, Band 2,
Stuttgart 1973, Hsg. Norbert Reiter, S.249, M. de Ferdinandy adlı
yazarın, Die Mythologie der Ungarn Macarların mitolojisi adlı makalesi
10. Tangrist sanctuaries
11. İngilizce Vikipedi'de Tangra maddesi
12. University of Saskatchewan, Andrei Vinogradov, Din bilimi ve Antropoloji bölümü, Kasım 2003 Sayfa 78
13. Volksreligion in der Mongolei. (Moğolistan'da din)/Prof.Dr.Käthe Uray-Kohalmi
14. a b c Rafael Bezertinov, "Tengrianizm: Türklerin ve Moğolların Dini" (Tengrianism: Religion of Türks and Mongols)
15. Proto-Magyar texts from the middle of 1st millenium, B. Lukács
16. a b c d e f g Türklerin ve Moğolların Eski Dini / Jean-Paul Roux (sy. 268) ISBN 9758240706
17. a b Türklerde Maddi Kültürün Oluşumu / Emel ESİN. (sy.252-253)
18. a b c d e f Altay Türklerinde Ölüm / Jean-Paul Roux (sy.219)
19. Altay Türklerinde Ölüm / Jean-Paul Roux (sy.288)
20. Viyana Üniversitesi'nin Einführung
in die Ethnologie Zentralasiens (Orta Asyanın Etnolojisi) adlı
makalesinde Religion der frühen Türken und Mongolen (Eski Türklerin ve
Moğolların Dini) adlı bölüm, S.110 (Almanca) [2]
21. a b c Tengrismus:Auf der Suche nach
den geistigen Wurzeln Zentralasiens/Marlene Laruelle(ingilizce) Marlene
Laruelle/ Tengricilik: Orta Asya ruhani köklerinin arayışında. PDF